3 Aralık 2012 Pazartesi

Edebiyat: Yürekle mi yazılır/okunur, akılla mı?



Daha önceki yazılarımda (mesela şurada ve şurada) yaratıcı yazarlıkla ilgili kitaplardan söz etmiştim. Tabii ben o yazıları yazdığımda henüz piyasada olmayan, yeni kitaplar da yayımlandı. Semih Gümüş’ün Yazar Olabilir miyim? - Yaratıcı Yazarlık Dersleri adlı kitabı da bu alanda çok ses getiren kitaplardan birisi. Semih Gümüş, ünlü bir edebiyat eleştirmeni. Kendisi aynı zamanda Notos Kitap yayınevinin ve Notos edebiyat dergisinin de genel yayın yönetmeni. Ayrıca Yazar Odası’nda daha önce konu ettiğimiz (şurada ve şurada) , yine Notos’a bağlı bir yaratıcı yazarlık atölyesini de yürütüyor.

Dürüstçesi, Semih Gümüş’ün kitabına ilk okumamda ısınımamamıştım. Sonra yeniden okumaya karar verdim ve aslında pekâlâ yazarlık yolunun başındakilere yararlı bir kitap olabileceğini kabul etmek durumunda kaldım. İlk okumamda beni yanıltan şey kitabın adındaki “Yaratıcı Yazarlık Dersleri” ibaresiydi. Böyle olunda kitaptan birtakım teknik bilgilere dair bir beklentiye girdim. Ancak “Yazar Olabilir miyim?”i daha çok bir tavsiye, öğüt kitabı gibi okuyunca kitabı kafamda daha sağlıklı bir konuma oturtabildim.

Bu ikinci okumamda dikkatimi çeken pek çok tavsiyenin yanında bir tanesi üzerinde özellikle durmak istiyorum. Semih Gümüş, “Edebiyat duyguyla değil, akılla okunup yazılır,” diyor. Bence irdelenmesi gereken bir konu. Bana kendi deneyimlerimi düşündürten bir konu üstelik.

Yaratıcı yazarlıkla ilgili pek çok kere interneti taradığım oluyor. Bazen bu arama-taramalarım, edebiyatın ve yazarlığın ne olduğu konusunda pek bilgi ve donanım sahibi olmayıp kendileri yazar olmak isteyen veya başkalarına bu yönde tavsiyeler veren kişilere odaklanabiliyor. Evet, hususi olarak Twitter’da veya Google’da böyle şeylere de bakıyorum. İşte bu taramalar sonucunda pek çok yerde “Yazar olmak yürek işidir,” ; “Şiir, kalemle, kitapla değil, kalple yazılır,” gibi ifadelere pek çok kere rast geldim. Bunları okuyunca Semih Gümüş’ün de aslında kitabında bir iki cümleyle üstünden geçtiği bir durumun yaygınlığı anlaşılıyor. Türkiye’de henüz okuma deneyimi çok az, oldukça sınırlı olan kimseler - ki bunların içinde çok genç yaştaki öğrenciler de var - edebiyatın, özelde de şiirin bir duygu işi, bir ‘yürek’ işi olduğu kanaatinde. Aslına bakılırsa bu durumun eğitimli kimseler için de geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Sözgelimi yazar ve şair Mehmet Erte’nin Bakışın Kirlettiği Ayna adlı öykü kitabının başında bir psikiyatristin, şair olan hastasını “Duyguları boşaltmak sizin gibi kişilerde işe yaramaz” diyerek öykü yazmaya yönlendirdiği bir bölüm vardır. Erte’nin kurmaca doktorunun benzeri kişiler, gerçek hayatta da karşımıza kimi zaman çıkıyor. Dolayısıyla Semih Gümüş, kitabında o cümleyi kullanırken muhakkak yaşadığı böylesi deneyimlere dayanıyordu. Ben de bu yazıyı kaleme alırken, belki herkesi değil ama, bu düşüncedeki kişilerin akıllarını biraz daha erken çelmeye çalışıyorum. 


 Semih Gümüş’ün, kitabında ifade ettiği gibi, şiir, edebiyat birer duygu işi değildir. Özellikle televizyonda, her şiir okunan yerde bayık bir fon müziğinin arkaya girmesine veya şiiri seslendiren kişinin, sesiyle birtakım ‘nağmeler’ yapmasına aldanmayın (Bazen bu okunanlara şiir bile denemiyor) . Aynı şey TRT’deki şair-yazar belgeselleri için de geçerli. Yapıtlarından parçalar okunup sepya havası verilmiş puslu görüntülerini izlediğiniz yazarlar hiç de öyle ‘ağlak’ , aşırılı hisli insanlar değiller. Düzeltiyorum! Kendileri öyle olsalar bile en azından yapıtları öyle değil. Roman, öykü veya şiir, duyguların dışavurumu, birer iç dökme eyleminin sonucu ortaya çıkan şeyler değildir. Okumuş olanlar belki anımsar, Hemingway’in “Düzyazı mimaridir,” sözüne değinmiştik. Bir mimar nasıl ki yapıtını kurarsa, kurgularsa, üstüne kafa yorarsa, duygularını değil, zihnini paralarsa aynı şey edebiyatçı için de geçerlidir. Edebiyatın içinde duygular olabilir ama edebiyat salt duyguyla yazılmaz. Bir başka deyişle, yazar olmak için ‘yürek’ten çok akıl, daha doğrusu zihinsel etkinlik ve emek gerekir. Pek çok kişinin sandığının aksine, pek çok şair, sandalyesine oturur, şiiri zihninde kurar, defalarca çalışır. Bu işte öyle ‘şairane’ bir yön bulmak kimilerine zor gelir. Ancak işin aslı da budur. Yaratıcı sürecin içinde açıklaması güç anlık parlak fikirler, patlamalar, esinler, insanı dehşete düşüren şeyler vb. yok mudur? Evet, ancak bunlar da yine insan zihninin ‘doğal harikaları’ndandır. Pek öyle yürekle, gönülle, duygularımızı kâğıda dökmekle ilgisi yoktur.

3 yorum:

Unknown dedi ki...

size katılmıyorum çünkü hissetmeden yazıcağımız şey duydularla yazılmış bir eserin yanında basit durur.bence kesinlikle hissederek yazılır

Baver Demir dedi ki...

Size kısmen katılıyorum.
Eserin doğum evresi ne kadar duyguyla olursa olsun, onu geliştirmek için aklı kullandığımız aşikardır. Yani sonuç olarak, bütün doğum evresini atlatmış eserler aklın süzgecinden geçerek en iyi şeklini alır ve gelişir.

Unknown dedi ki...

Bence bir eseri oluştururken duygu ile akıl birlikte yürür. Sadece duyguların agir bastığı yazılar, hicbir dayanağı olmayan eserler gibi inandırıcılığı olmayacaktır. İçinde sadece aklın ve mantığın bulun bulunduğu eserl olmayaner ise hiçbir baharatı ve çeşnisi olmayan yemekler gibi yavan kalacaktır.